31 Ağustos 2011 Çarşamba

Fustat Halıları


Fustat'da bulunan 100 halıdan 7'si Selçuklu halısı olup, teknik özellikleri yanında dekoratif özellikleri ile de Konya halıları grubu ile yakın benzerlikler gösterdiği göze çarpmaktadır. Fustat'da bulunan küçük halı parçalan Abbasi devrine mal edilmektedir. Bunlar arasında Kahire Arap Müzesinde bulunan kufi kitabeli iki parçadan birinin 202 (M.817-818) tarihli olduğu belirtilmektedir (Aslanapa 1984).
Toplam 18 adet olan Selçuklu halılarının teknik ve desen özelliklerinde benzerlikler bulunmasına rağmen detaylarda farklılıklar olup, zemin motiflerinin zengin ve çeşitli olduğu görülmektedir. Öyleki bu halılarda görülen karakteristik motifler sonraki yüzyıllara ait halılarda da çeşitli kompozisyonlar içinde karşımıza çıkmaktadır. Bunun en güzel örnekleri, kufi yazılı bordürler, sekiz köşeli yıldızlar ve kancalı geometrik şekilli motiflerdir. Bu halıların kompozisyonuna hakim olan sonsuzluk prensibi, bütün Türk halı sanatının temel prensibi olarak halı zeminini şekillendirmiştir. Böylece Türk el dokusu halı sanatında 13. yüzyıldan günümüze kadar uzanan gelişme zincirinin ilk büyük halkası Selçuklu halıları olmuştur. Bugün bile birçok Anadolu halı ve kilimlerinde Selçuklu halılarının motifleri yaşatılmaktadır.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Beyşehir Halıları


Anadolu Selçuklu devrine ait halıların sadece Konya halılarından ibaret olmadığı,daha sonra 1930 yılında R. M. Riefsthal tarafından Beyşehir Eşrefoğlu Camiinde halı parçalarının bulunmasıyla anlaşılmıştır. Burada bulunan 3 hah parçası, Konya halılarının teknik ve desen özelliklerine sahip olmakla birlikte, bazı desenleri ipekli Çin kumaşlarının desenleriyle benzerlik göstermektedir ve 1297 tarihinde yapılmış olabileceği belirtilmektedir. Konya ve Beyşehir'den başka Anadolu'daki diğer Selçuklu şehirlerinde de halı dokunduğu bilinmektedir. 14. Yüzyıl başlarında Anadolu'da seyahat eden İbn-i Batuta, Aksaray halılarından bahsetmekte ve bunların bir çok ülkeye ihraç edildiğim belirtmektedir (Önder 1966, Aslanapa 1984).

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Konya Halıları

13. yüzyılda Anadolu Selçuklularının başşehri olan Konya'da bulunan 8 Selçuklu halısı bu gruba girmektedir. 1905 yılında Alman konsolosu Loytved Konya Aleaddin Camiindeki araştırmaları esnasında camide serili yüzlerce halı arasında sekiz adet Selçuklu devrine ait halı tespit etmiştir. 1914 yılında , Türk İslam Eserleri Müzesi açılacağı zaman birçok Selçuklu ve Osmanlı eserleriyle birlikte bu halılar da İstanbul'a getirilmiştir. Halılardan üçü çok yıpranmış olarak bütün, diğerleri de parça halindedir (Önder 1966). Tamamen yün olan bu halılarda, zemin genellikle koyu mavi ve açık kırmızı olup, sarının tonları ile açık yeşil de göze çarpmaktadır. Sayı olarak az renk kullanılmakla birlikte aynı rengin tonları ile büyük bir renk armonisi etkisi uyandırıldığı dikkati çekmektedir. Motif olarak, yan yana ve üst üste sıralanan baklavalar, sekiz köşeli yıldızlar, uçları çengellerle süslü sekizgenler gibi geometrik şekillerin yamnda, bitki figürlerine de yer verilmiştir. Fakat bu halıların en önemli özelliği geniş bordürlerde bulunan, uçları ok başını andıran, sivri üçgenlerle, dik harfli iri kufi yazılardır. Bu halıların 1221 yılında Aleaddin Keykubat zamanında caminin genişlettirilmesinden sonra Sultan tarafından hibe edilmiş olabileceği ifade edilmektedir.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Pazırık halısındaki atlı motifleri


Atların hepsi kuvvetli ve asil görünümde açık griye yakın mavimsi bir renkte dokunmuşlardır. Kuyrukları Pazırık kurganlarından çıkan at kalıntılarında olduğu gibi düğümlü ve yeleleri kesiktir. Atların hepsi yularlıdır ve bazı yularlarda süs plakaları dahi belli olmaktadır. Atların sırtında keçeden yapıldığı bilinen örtüler görülmekte, eyer görülmemekle birlikte atın göğsünü kapacak şekilde nakışlı halılar olduğu göze çarpmaktadır. Bu halılar üzerinde de yaprak, S ve koç boynuzu figürleri rahatlıkla fark edilmektedir. Atlılar şematik şekilde tasvir edilmişlerdir, yani yürüyenler atlarının sol tarafından ilerlemekte, sağ elleri yularla beraber atın halısının üzerinde bulunmaktadır. Altaylar' da yaşayan Türk toplulukları gibi giyinmiş piyadelerin pantolonları dar ve yapışıktır. Başlıkları portakal renginde, yüzler beyaz, eller sarı, elbiseler kırmızı ve beyaz bantlı, arada lacivert çizgiler görülecek şekilde dokunmuştur. Halının her bir yanında 7 atlı motifi yer almaktadır. Birbirini takip eden süvari teması daha sonra Selçuklu keramiklerinde de karşımıza çıkmaktadır.
Zemindeki birbirinden ayrı olarak 24 karenin her birinin içinde yer alan çiçek motifleri, Eski Türkmen halılarında görülen sekizgen "Türkmen gülü motifi"nin ilk çıkış noktası ve en erken örnekleridir, daha soma Orta Asya'nın Türk toplulukları arasında da bu motifin geliştiği gözlenmiştir


Pazırık halısındaki Türkmen gülü yada Hun gülü motifi
Halının kullanım alanı konusunda da çeşitli fikirler ortaya sürülmüş, Kurt Erdmann bu halının battaniyeye benzediğini ve şabrak (terlik,çaprak) olarak kullanılmış olabileceğini belirtmiş, bazı araştırmacılar çok ince yapısından dolayı bunun bir zemin halısı olarak dokunmadığını,özel törenlerde eyer altında kullanılmak üzere,bazı araştırmacılar ise bir zar oyununda kullanılmak üzere dokunmuş olabileceğini belirtmişlerdir (Diyarbekirli 1972,Tekçe 1993).
İç Asya' da gelişen halı sanatının motif ve desen anlayışı ile diğer sanat eserleri arasında büyük bir benzerlik fark edilmektedir. Bununla beraber Bergama, Şirvan, Kaşkay, Buhara tipi halılar ile Kırgız, Kazak , Teke ve Türkmen halılarında Pazırık halısının teknik, üslup ve formunun izlerini görmek mümkündür. Bu benzerliklerden halı desenlerinin gelişmesi konusunda bilgiler ortaya çıkmaktadır.
Pazırık halısından başka, antik Babil şehrinin 80 km. batısında At-tar mağaralarında bulunan halı parçalarının da Türk, İran ve Kopt düğümü ile dokunmuş oldukları tespit edilmiştir. Rus arkeologu Khlopin halıların Güneybatı Türkistan'da M.Ö.2000 yıllarında dokunmuş olabileceğini belirtmiş olmasına rağmen bu çok küçük halı parçalarının halı sanatındaki yeri konusundaki tartışmalar devam etmektedir.
Bundan sonra tarihlendirilebilen en eski halı parçalan ,Sir Mark Aurel Stein tarafından , 1906-1908 yılları arasında Doğu Türkistan'da Lop-Nor gölü civarında ve Lou-Lan kenti arasındaki bölgede yapılan kazılarda ele geçirilmiştir. Bu durumda Pazınk halısı ile bu halı parçaları arasında oldukça uzun bir zaman boşluğu olduğu dikkati çekmektedir. Bulunan halılar küçük parçalar olmakla birlikte düğümlü halı tekniğinin ilerlemiş bir safhasını işaret etmektedir. Düğümlenen yün ipliklerinin uçlan baklava ve stilize çiçek motiflerinin daha iyi belirmesini sağlamayacak şekilde kırpılmıştır. Londra, Berlin ve Delhi müzelerinde saklanan bu halıların M.S.3-4.yüzyıllardan kaldığı ,tek çözgü teli üzerine düğümleme tekniğiyle yapıldığı, çözgü ve atkıların doğal renklerde ,oldukça kaba ve sert bir yünden yapılmış olduğu, bazılannda her düğüm sırasından sonra beş sıra atkı geçirildiği ifade edilmektedir. Motifler mavi, sarı, yeşil, kırmızı ve kahverengi renklerde, basit geometrik hatlı olup, dikey-yatay zikzak çizgiler, baklavalar, kancalar ve bitkisel figürleri andıran şekillerden oluşmaktadır (Tekçe 1993).
M.S.5-6. yüzyıllara tarihlendirilen bir diğer parça A. Von Le Coq tarafından Kuça yakınlarında Kızıl'da bir tapınakta bulunmuştur ve bugün Berlin İslam Sanatları Müzesindedir (Öney 1992). Çözgü ve atkıları sert yünden, ilmeleri ince yumuşak yünden olup ,ilmeler tek çözgü üzerine bağlanmıştır. Motifleri kırmızı zemin üzerine siyahla çerçevelenmiş sarı renkli ejderha kuyruğundan oluşmaktadır.
1935-1936 yıllarında Carl J. Lamm tarafından Mısır'da Eski Kahire (Fustat)'da bulunan 100'e yakın hah örneği arasında M.Ö.7-9. Yüzyıllara tarihlendirilen, bordüründe kufi yazı motifleri bulunan kitabeli bir örneğe rastlanmıştır (Aslanapa 1984). Bu örnekte H.102 (702/1) ya da H.202 (817/8) tarihi okunabilmektedir, Abbasi devri halısı olarak kabul edilen bu parçada da Orta Asya'da bulunan diğer parçalarda olduğu gibi tek çözgü teli üzerine düğüm atıldığı dikkati çekmektedir. Bu halı örneğinin İslam sanatında düğümlü halıların başlangıcı olabileceği belirlenmiştir. Yine Fustat'da bulunup bugün New York Metropolitan müzesinde muhafaza edilen , kufi yazılı bordürü olan bir diğer parça da aynı düğümleme tekniği ile dokunmuştur. Kufi yazı Abbasi devrindeki yazıya göre daha gelişmiş olup, 12. Yüzyıl geç Fatımi devrine tarihlendirilmekte ve Mısırda bulunmuş olan bu halıların nerede yapıldığı bilinmemektedir. 10-11. Yüzyıl kaynaklarında Irak ve İran bölgesinde halı dokunduğu çeşitli kaynaklarda bahsedilmekte ancak bunların düğüm tekniği konusunda bilgi verilmemektedir. İspanya halılarında da kullanılan tek çözgü teline düğüm atma tekniği İspanyol düğümü adıyla da bilinmekte ve M.S.3-6. yüzyıllara tarihlendirilen Orta Asya halı parçalarının hemen hepsinde kullanıldığı belirtilmektedir. Mısır' da bulunan bazı halı parçalarının desenleri Sasani kumaşlarının desenlerine benzemektedir ve aynı motiflere Samarra fresklerinde de rastlanması dikkati çekmektedir. Çeşitli kaynaklarda 9. yüzyılda Abbasi sanatında Türk sanatı etkilerinin görülmeye başlandığı ve böylece İspanyol düğüm tekniğinin İslam halı sanatına girdiği ifade edilmektedir. 8-9 yüzyıl Uygur duvar resimleri ve minyatürlerinde görülen bazı halı tasvirlerindeki desenlerin keçe ürünlerde görülen desenlerle aynı olduğu ve bu yüzden tasvirlerde halı olduğu zannedilen yaygıların aslında keçe olabileceği ileri sürülmektedir. Mısırda bulunan örneklerin dışında 6. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar düğümlü halı tarihinde ikinci büyük boşluk söz konusudur (Yetkin 1991, Tekçe 1993, Aslanapa 1997a). Bu aradan sonra halı sanatına ait en önemli buluntular 13.yüzyılda Selçuklu devrinde Anadolu'da görülmektedir (Öney 1992). El dokusu halı İslam kültür ortamına ve Anadolu'ya 11. yüzyılda Selçuklular döneminde bozkır sanatının bir armağanı olarak girmiş ve batıya doğru yayılmıştır. Kurt Erdmann Safaviler döneminde şahların ömürlerinin büyük bir bölümünü çadırda geçirdiklerini belirterek,göçer yaşamı ile halı üretimi arasındaki sıkı ilişkinin vurgulanması gerektiğini belirtmektedir (Özbel 1949a, Kuban 1993).
Türk el dokusu halı sanatı tarihinde ilk defa düzenli ve sürekli bir gelişmenin başlangıcı; 1905 yılında Konya Aleaddin Camiinde Anadolu Selçuklularından kalan orijinal, Gördes düğüm tekniği ile dokunmuş, üçü bütün ve beşi parça halinde olmak üzere 8 halının bulunması ile olmuştur. İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesinde sergilenen bu Selçuklu halıları 15 m2 'ye varan büyük boylarda olup ,renk ve desen yönünden oldukça zengindir. El dokusu halıcılığın diğer İslam ülkelerine yayılması, Türklerin batıya doğru ilerlemesiyle ilgilidir. 11. Yüzyıldan itibaren Horasandan inerek İran'a hakim olan Selçuklular, düğümlü halı tekniğini bütün Yakındoğu'ya tanıtmışlardır. Ancak İran Selçuklularının hakim olduğu devrede 11-12. yüzyıl halıları günümüze kadar gelememiştir. Selçukluların Anadolu'ya gelmeden önce yaptıkları halılardan hiçbiri günümüze kadar gelememiştir. Ancak bulunan bazı Çin rulolarında görülen halı tasvirleri bunların varlıkları hakkında bilgi vermektedir (Yetkin 1984).
1990 yılında başlayan yeni keşif ve araştırmalarla birlikte, Tibet'te 4 adet eski hayvan figürlü halı bulunmuştur. Bu halılar 13. yüzyıl ortalarına tarihlendirilmiş olup Anadolu'dan geldikleri ve Eski Anadolu Selçuklu halılarına benzedikleri ifade edilmektedir. Tibet Budist manastırlarından gelerek dünya müzeleri ve özel koleksiyonlarca astronomik fiyatlarla satın alınan bu halılarda "hayvan içinde hayvan " diyebileceğimiz figürler yanında, bir tanesinde ileri derecede stilize insan yüzleri bulunduğu belirtilmektedir (Aslanapa 1997b).
14-15. Yüzyıl minyatürlerinde görülen halı tasvirlerinin, bu devirde dokunduğu tahmin edilen orijinal halıların en güzel örnekleri olduğu tahmin edilmektedir. Bu halı tasvirlerinde görülen geometrik şekiller ve kufi yazılı bordürler Konya halılarının motif özellikleri ile aynıdır (Yetkin 1991, Aslanapa 1997a).
13.       yüzyıl sonlarına doğru Anadolu'dan geçen ünlü Venedikli gezgin Marko Polo, Anadolu'da dokunan halılardan övgüyle söz etmekte ve başlıca merkezler olarak Konya , Sivas ve Kayseri'yi göstermektedir. Marko Polo 'dan kısa bir süre sonra
14.                     yy'ın            başlarında , Anadolu'da seyahat eden Tanca'lı İbni Batuta , bir çok İslam ülkelerine Anadolu'dan Konya ve Aksaray'dan halı ihraç edildiğini yazmaktadır. Selçuklu halıları bazı araştırmacılar tarafından, ortaya çıkarıldıkları yerler göz önüne alınıp çeşitli gruplara ayrılarak incelenmişlerdir. Buna göre başlıca Selçuklu halıları ve bu halıların belirgin özellikleri şu şekildedir (Önder 1966, Yetkin 1991, Dölen 1992).

23 Ağustos 2011 Salı

TÜRK EL DOKUSU CAMİ HALI SANATI TARİHÇESİ


Türklerde el dokusu halıcılığın tarihçesini Türk Sanat Tarihi ve Kültürü içerisinde incelemek ve değerlendirmek gerekmektedir. Türk kültürünün sanatsal duyarlılığını doğrudan yansıtması açısından , bozkır göçerinden bu yana kesilmeden süregelen en önemli tek sanat geleneği el dokusu halıcılıktır. Türk sanatının kaynağına inebilmek , Türklerin en eski çağlarda yaşamış oldukları bölgelerde inceleme yapılmasına bağlıdır. Coğrafi açıdan bakıldığında ,Türk sanatının başlangıcından günümüze kadar olan devre içerisinde, eski dünyamn üç büyük kıtasına yayıldığı görülmektedir. Türk sanatının doğduğu, ilk adımlannı attığı ve geliştiği yer Orta ve îç Asya'dır. Bu nedenle Türk sanatı tarihi çalışmalarında Asya boyutu dikkatle incelenmelidir. Çünkü kurum, ilke ve teknikler bu bölgelerde oluşmuş, İslamiyet'ten önceki ve sonraki devirlerde Suriye,

Irak , Mısır, Kafkasya, Kırım, Doğu Avrupa ve Balkanlar' a uzanmıştır (Çoruhlu 1998).
Fiziki coğrafya açısından bakıldığında, Orta Asya sıra dağlar, çöller, bozkırlar ve yaylalardan meydana gelmiş, 35 ile 55. enlemler arasında yer alan geniş bir sahadır. Türkiye'nin de içinde bulunduğu ve "halı kuşağı" adı verilen bu bölgede Türk kavimleri yaşadığından buraya Türkistan da denilmekte ve Eski Persler'in yine bu bölgeye Turan adı verdikleri bilinmektedir. Bugün siyasi yönden Türkistan'ın büyük bir kısmı Bağımsız Devletler Topluluğu'na dahil olup, Doğu Türkistan ise Çin Halk Cumhuriyeti devletinin sınırları içindedir.
Orta Asya bozkırının kültür kronolojisine İsa'nın doğumundan beş bin yıl öncesine inerek başlamak gerekmektedir. Mezolitik Çağda (Yontma Taş Devri) Orta Asya'da buzlar çekilmiş, bataklıklar ve göller meydana gelmiş, geniş ormanlar oluşmuş ve iklim ılımanlaşmıştı. Bu devirde Sibirya ormanlarında yaşayan topluluklar ateşi kullanmayı öğrenmişler,küçük hayvanları evcilleştirmişler, meyvelerden yararlanmaya başlamışlar, avcılık ve balıkçılıkla uğraşmışlardır. Bu kültür insanları saplı büyük baltalar kullanarak ağaçlan kesmeyi ve içini oyarak kanolar yapmayı öğrenmişlerdir.
Mezolitik Çağı izleyen Neolitik Çağ (Cilâlıtaş Devri) kültürü Orta Asya'da Mançurya'dan Hazar Denizi kıyılarına kadar yayılmıştır. Bu çağın ilk defa M.Ö.V . ve II . bin yılları arasında Doğu Türkistan ve Moğolistan'da geliştiği tahmin edilmektedir (Diyarbekirli 1972). Neolitik Çağ , insanoğlunun kültürel evriminde yepyeni bir aşama olan Temel Beslenme Devrimine öncülük etmiş olması açısından önemlidir. Söz konusu olan devTİm, insanın artık yiyeceklerini avcı-toplayıcıhkla elde etmeyi bırakıp, milyonlarca yıldır ilk kez kendisi yetiştirerek üretmesi anlamına gelmektedir. Bu üretim tarzı, toprağın ekilip biçilmesini içeren tanmsal etkinliklerin ve hayvan yetiştiriciliği ile cins ıslahı tekniklerini içeren hayvancılık etkinliklerinin keşfedilmesine dayanmaktadır. İnsan bundan böyle belirli bir yerde yerleşmek zorunda kalmıştır. Tarihte ilk kez sağlam ve dayanıklı yapılar kurmak gereksinimi doğmuştur.
Hasattan sonra ürünlerini korumak amacıyla yapılan sağlam ambar ve korunaklardan esinlenerek ,kendi barınaklarını da daha işlevsel ve dayanıklı biçimde kurmaya başlamışlardır. Buğday ve arpa tanmının yapılıyor olması bunların pişirilmesi için daha elverişli mutfak eşyası gereksinimini birlikte getirmiş ve sonuçta çömlekçilik gelişmiştir. İnsan evriminde çığır açan bu yeniliğin bugünkü Filistin'de Erivan vadisinde başladığı sanılmaktadır. Bunun yanında Neolitik Çağ toplulukları yaptıkları araç gereçlere perdah ve cila uygulayan ilk insan grupları olarak tarihe geçmişlerdir (Wells 1994).
Batı Türkistan'da Aşkabat yakınında bulunan Anav Bölgesi İç Asya'nın en eski kültürünü barındırmakta olup, Paleolitik Çağın (eski yontma taş devri) avcı-göçer yaşamının izleri görülmekte ve bu kültür dört devreye ayrılmaktadır.
Birinci devre M.Ö. 4500 yıllarında başlamakta ve M.Ö. 3000' in sonlarına kadar devam etmektedir. Rus arkeologları tarafından Harezm'den Kuzey Sibirya'nın ormanlık bölgelerine kadar yapılan kazılarda elde edilen bu devre ait bulgular insanlığın uygarlık alanındaki gelişmesinin ilk basamağını tanıtması açısından önemlidir. Kazılar sonucu bu devrede İç Asya'nın bazı bölgelerinde tarım ve hayvancılığın başladığı, iplik bükme ve dokumanın bilindiği, topraktan eşyalar yapıldığı öğrenilmiştir. Moğolistan'ın güneyinde ve
Çin' de neolitik kültürün etkisiyle çömlekçiliğin önem kazandığı ve bu dönemin özellikleri arasında pişmiş topraktan kapların içleri siyaha dışları kırmızıya boyanarak kullanıldığı ifade edilmekte, ayrıca ilkel bezemelerle birlikte "sgrafıto tebliği "nin de kullanıldığı görülmektedir. Pişmiş topraktan yapılan kadın takıları ile boyalı çömleklerin yapılışları arasında ortak yönler olduğu belirtilmektedir.
Yaklaşık olarak M.Ö. 3000 yıllarında güneyde Amu-Derya Deltası'nda ve Harezm' de Tolstov tarafından Kelteminar Kültürü şeklinde adlandırılan yepyeni bir kültür ortaya çıkmıştır. Harezm'in en erken uygarlık akımları bu kültür ile başlamaktadır. Aşkabat civannda siyah ve kırmızı çömlek yapan ve dokumacılıkla uğraşan Anav'lı çiftçilerin de bu topluluğa büyük etkisi olduğu ifade edilmektedir.
Kelteminar Kültürü insanları balıkçılık ve avcılık yapan yerleşik topluluklardır. Bu kültürün çömlekleri ile Çin'de, Kansu'da, Honan'da ve Ukrayna'da bulunan örnekler arasında ortak yönler olduğu belirtilmektedir.
Bundan sonraki ikinci devre M.Ö. III. bin ile II. binin, bin yedi yüze kadar olan bölümünü kapsamakta ve Afcmasievo Kültürü olarak bilinmektedir. Sibirya' da Bronz Çağı ile ilgili en önemli bilgileri veren bu bölge kendinden önceki diğer bölgelerde olduğu gibi adını Yenisey Havzası'nda bir siteden almıştır. Bu kültürün yalnız mezarları tanınmakta olup, kazılarda ortaya çıkarılan kırmızı ya da beyaz bantlı basit çömlekler renk ve teknik özellikler bakımından İran' da Susa ve Sialk gibi Yakındoğu kültürleri ile Anav Kültürünü hatırlatmaktadır.
Bunu izleyen yerleşik ve göçebe yaşamını birlikte sürdüren toplumlara ilişkin bir Bronz Çağı kültürünün verileri Urallar'la Yenisey-Altay Bölgesi arasında saptanmıştır. M.Ö. 1700 ile 1200 yılları arasında yine Sibirya' da başlayan bu yeni kültür adını Yukarı Yenisey'deki Andronovo sitesinden almaktadır. Madenleri eriterek işlemeyi öğrenen, yaygın şekilde binicilikle uğraşan, insanları savaşçı ve göçebe olan Andronovo Kültürü kalıntıları; şekillendirilmiş bakır eşyalardan ve kuvvetli aristokrasi yönetimine işaret eden taş levhalarla kaplanmış mezar gruplarından oluşmaktadır. Bu kültürün mensupları Altaylar'da ve Tanrı Dağlan'nda Hun dönemine, hatta Göktürk Çağı'na kadar gelmişlerdir.
Bazı sanat tarihçiler bu kültür insanlarını Türk ırkının prototipi olarak kabul etmektedir.
Yenisey' in Karasuk Kolu üzerinde bulunan ve öncekilere oranla daha gelişmiş bir metalürji bilgisine sahip olan Karasuk KültüriV nün ortaya çıkması ile Andronovo devri sona ermiştir. Altaylar'da ise bu kültür bir müddet daha hüküm sürmüştür.
Karasuk Kültürünün Kuzey Çin ile ilişkileri olduğu saptanmıştır. M.Ö. 1200-700 yılları arasında tarihlenen yerleşmiş Karasuk Kültürü verileri, bir önceki kültüre oranla daha fazla miktarda olduğu gözlenen, taş levhalarla kaplanmış mezarlardır.
Ortaya çıkan bu mezarlardan nüfusun oldukça artmış olduğu anlaşılmaktadır. Mezarlarda bulunan insan kalıntılarının kimi uzanmış, kimi çömelmiş pozisyonda gömülmüş, kimileri de yakılarak külleri gömülmüştür. Mezarların yanında üsluplaşmış, insan yüzlü, oymalı kamalar ile ok başları bulunmuştur.
Maden olarak hala bakır ve bronz kullanılmaktadır. Altaylar ve Tanrı Dağları'nda çok tanınan ve sonradan Saka ve Hun sanatında da görülen Hayvan Üslubunun burada doğduğu ve geliştiği bilinmektedir. Karasuk Devri'nde Orta Asya tarihinin karakterini değiştirecek toplumsal ve ekonomik yapıda değişiklikler ortaya çıkmış, bozkır toplumları yeniden göçebe yaşamına geçmişlerdir (Diyarbekirli 1972, Kuban 1993).
Bu devirden sonra genel olarak Atlı Kültürü adı da verilen, M.Ö. VI. yy. ile M.Ö.II-I. yy. arasında Güney Sibirya'da Tagar gölü ve adasının adını taşıyan Tagar Kültürü, Altaylar' da iseMayemir bozkırının adını taşıyan Mayemir Kültürü hüküm sürmüştür (Diyarbekirli 1972 ,Çoruhlu 1998).
Böylece M.Ö. VII. Yüzyıla kadar Avrasya bozkır kuşağında birbirlerini izleyen ve bozkır çevresindeki Yakındoğu ve Çin ile ilişkileri saptanan bir yerleşik kültürler etkinliği söz konusudur. Bazı sanat tarihçiler bu kültürlerin Türk olarak tanımlanabilecek toplumlarla ilişkisi olabileceğini ve genellikle Türklerin Anayurdu olduğu konusunda kesin bir yargıya varılmış olan Altay Bölgesi'nin de bu kültür alanının genel coğrafi sınırları içinde olduğunu belirtmektedir (Kuban 1993).
Genel atlı kültürü içinde kendilerine özgü bir anlayış, örf ve adetleri ile yaşayan, en önemlisi Türkçe konuşan, tarihin bugüne kadar kaydettiği en eski Türk uruklarından biri, Avrupalıların Hım adını verdikleri, Çinliler' in ise Hiımg-mı dedikleri topluluktur. Hunlar'ın ilk yerleşim yerleri bugünkü Moğolistan' dan Altaylar' a kadar uzanan topraklar üzerinde bulunmaktadır. Hunlar hakkında ilk tarihi kaynak M.Ö. 318 yılında Hunlar ile Çinliler arasında yapılan bir anlaşmaya dayanmaktadır.
Türk Sanatı'mn kaynaklarına inerken, Hunlar'ın günlük göçer yaşam tarzlarını incelemek gerekmektedir. Hunlar'da boyların çekirdeğini kan akrabalığına dayanan aile oluşturmakta ve aileye ocak adı verilmekte, geniş aileler varlıklı oluşlarına göre, birkaç çadırı bir araya kurarak birlikte yaşamakta ve bu küçük topluluğa avul denilmekte, birkaç avul topluluğunun oluşturduğu kitleye oba ya da oymak, bir araya gelmiş oymaklara boy, boyların oluşturduğu topluluğa uruk denmekte ve urukların birleşmesiyle budun yada millet kavramları ortaya çıkmaktaydı.
 Çin kaynaklarından edinilen bilgilere göre Hunlar 24 uruktan oluşmakta ve toplulukların başında mutlaka başbuğ adı verilen idareciler bulunmaktaydı. Hunlar'ın yerleşik oldukları bölgelerde yapılan kazılar sonucunda, evcil hayvanlar arasında atın ön planda yer aldığı belirtilmektedir. Binicilikten başka at sürülerini beslemelerinin bir diğer nedeni de etinden, sütünden ve derisinden yararlanmalarıdır.
At derisinden, omuza atılan pelerin ve kayış yapıldığı gibi hayvan koşumlarının yapımında da yararlanılmaktaydı. Şibe, Katanda, Başadar, Berel, Tüekta, Pazırık ve Noin Ula kurganlarında atların gömüldüğü bölümlerden eğerler, koşum takımları ve eğer altı örtüleri gibi bir çok atla ilgili buluntular ortaya çıkarılmıştır (Diyarbekirli 1972).
Bulgular arasında, bir yüzey süsleme tekniği olan eğri kesim tebliği ile yapılmış, koşum takımlarını süsleyen ahşap kabartmalar, ağaçtan oyma heykeller ve dekoratif sarkıtlar yer almaktadır.
Eğri kesim tekniği Hunlar' dan bu yana İslami döneme kadar bütün İç Asya'daki Türk urukları arasında yaygınlaşmış ve yüzyıllarca uygulanmıştır.
Atlı kültürü içinde daima tetikte, hazır bir durumda bulunmalarını sağlayan en önemli unsur barınaklardır. Pazırık kurganlarından çıkan buluntulardan sonra, Hunlar'ın bu devirde barınak olarak birkaç çeşit çadır kullandıkları ortaya çıkmıştır. Çadıra keregii, kerekü, yurd ya da kibitka adı verildiği ve bir ahşap konstrüksüyon olan karkasın üzerini örtmek için keçe ya da enlemesine dokunmuş ve çift kat dikilmiş bezler örtüldüğü belirlenmiştir. Hun topluluklarındaki kadınlar ve kızların tüm zamanlarını kolan dokuma, keçe yaygı yapımı, yapağı ve yün boyama, iplik bükme, kumaş dokuma ve halı dokumacılığı yaparak geçirdikleri ifade edilmektedir. Böylece Türkler'in dünya medeniyetine bir hediyesi olan el dokusu halıcılığın ilk izlerine bu devirde rastlanmaktadır.
Dokunan halıların çadırın zemininde yer yaygısı, çadır kapısı ve eyer altı örtüsü olarak kullanıldığı belirtilmektedir. Turfan bölgesindeki duvar resimlerinden, üzerinde yatmak ve üste yorgan olarak örtmek amacıyla da kullanıldığı anlaşılmaktadır. Otağ ve saray halıları ile sıradan kişilerin kullandıkları ev halıları arasında kesin bir ayrılığın olduğu ifade edilmektedir (Ögel 1991).
Çadınn tam ortasında ateş yakılan ve kutsal sayılan bir yer bulunduğu, bu yerin arkasında yaşlı erkekler ve misafirler için ayrılmış tör (baş köşe) adı verilen şeref köşesinin yer aldığı, bu köşenin nakışlı keçeler ve ince bir zevkle dokunmuş halılarla döşendiği, Ocakçı adı verilen bu halıların 2-3 metre ebadında dokunduğu ve yalnız zengin göçebe topluluklarında, özellikle oymak başkanının misafir kabul ettiği çadırlarda kullanıldığı görülmektedir.
İç Asya' da rastlanan göçebe çadırlarında genellikle dip halısı, salaç, giyirmek, çarpay vb. şeklinde adlandırılan 2.80x1.60 m. büyüklüğünde ve daha küçük hah örneklerine rastlanmıştır. Bu ebatların üstündeki halıların yapım ve kullanım açısından göçebe yaşam tarzına aykırı olduğu ifade edilmektedir. El dokusu halı tezgahlarında ayrıca çadır duvarlarına asılmış ya da yere konan araç gereç heybesi ve çuvallar, büyük deve heybeleri ve at heybelerinin de dokunduğu bilinmektedir (Diyarbekirli 1972, Ögel 1991).
Göçebe Türk toplulukları hem kullandıkları eşyaları hem de süsleme aksesuarlarını tamamıyla yetiştirdikleri hayvanların yünlerinden yararlanarak yapmışlardır. Yün, günlük yaşamda kullanılacak; elbise, çadırın üstünü örten ve çadırın tabanına serilen keçe, çorap, çadırın içinde kullanılacak kumaş, kilim ve halı gibi çeşitli dokumalar ile çadırla ilgili diğer gereçlerin yapımında kullanılan, her an ellerinin altında olan, kolaylıkla elde edilebilen önemli bir hammaddedir.
İhtiyacın dışında geleneksel olarak da el dokumacılığı ve el dokusu halıcılıkla uğraşılmıştır. Örneğin: kızların çeyizlerine koymak üzere belli miktarda keçe, kımız tulumu, halı, kilim, cicim, çanta, heybe, torba dokunması bir zorunluluktur (Saynaç 1965a, Diyarbekirli 1972).
Keşfedilen Hun kurganlarından elde edilen bulguların hemen hepsinde Türk boylarının tarih boyunca dini inançları, ölü gömme töreleri ve geleneklerinin izlerine rastlanmaktadır. Örneğin: Ortaçağın sonunda Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan, İran ve Anadolu' da bulunan bazı Oğuz boylarının mezarları üzerine at ve koç heykellerini dikme adeti ve hatta evlerinin çatısını taşıyan ahşap direklere koç boynuzu işleme geleneği Hun Dönemi'nden beri süre gelen kurban sunma geleneğine oldukça benzetilmektedir. Günümüzde bile, Anadolu'nun doğusunda bazı bölgelerde evlerinin kapısına koç kafası asma geleneğinin devam ettiği görülmektedir.
Halen, Oğuz boylannın yaşadığı bütün bölgelerde ve İç Asya'daki Türkler arasında hah, kilim, cicim, sili, sumak vb. kalın dokumalarda ve keçelerde çeşitli şekillere bürünmüş koç boynuzu motifleri karşımıza çıkmaktadır.
Hun sanatımn en önemli eserlerini Doğu Altaylar' da, Balıklı göle 80 km. mesafedeki Ulagan ırmağı kıyısında, Pazırık vadisinde, Çin devletinin kuzey batısında, Ordos'da, bugünkü Moğolistan'da, Noin-Ula'da ve Güney Sibirya' da çıkan buluntular oluşturmaktadır.
Altay Dağları'nda ilk arkeolojik kazılar 1860-1880 yılları arasında Avusturyalı Türkbilimci Wilhelm Radloff tarafından yapılmıştır. Radloff ilk araştırmaları sırasında Katanda kurganını ortaya çıkarmış daha sonra Güney Altaylar' da Berel bozkırında bir kurgan daha bulmuştur. Bu kurganlardan at kalıntıları, süslü koşum takımları ve eyerler, kürklü giyecekler ile ipekli kumaşlar bulunmuştur.
1925 yılında Kozloff'un yaptığı kazılarda Selenga nehrinin Baykal gölüne aktığı yerin yakınındaki Noin-Ula bölgesinde 3 grup halinde bulunan 212 kurganın Asya Hunlar'ına ait olduğu saptanmıştır. Bundan sonra Griaznov'un 1927 yılında Ursula ırmağı kıyısındaki Şibe'de ortaya çıkardığı kurganda mumyalanmış cesetler, at koşum takımları, giyim aksesuarları, tahta üzerine ince altın kaplama takılar ortaya çıkarılmıştır. Bulgular Katanda ve Tüekta mezarlarında bulunan eserleri andırmakta ve Dış Moğolistan' da, Noin-Ula' da, Şibe'de, Pazırık ve Başadar'da ele geçirilen sanat eserleriyle ortak yönleri olduğu ifade edilmektedir.
1924 yılında keşfedilen ve 1929 yılında Griaznov ve Rudenko'nun ortak yönetimlerinde kazılara başlanan Altay Dağları'nın Pazırık bölgesindeki Hun kurganlarının açılması önemli bir gelişme olarak tarihe geçmiştir. İkinci dünya savaşı nedeniyle ara verilen çalışmalar 1947-1948 yılları arasında Rudenko'nun yönetiminde tekrar başlatılmış ve Pazırık bölgesindeki vadilerde, açık bozkırlarda serpili bulunan 40 kadar kurgan ortaya çıkarılmıştır. Pazırık kazıları atlı kültürü ve sanatı üzerinde bilgi sahibi olmamızı sağlayan önemli verilerdir.
Bütün önemli arkeolojik bulgular anıtmezar diyebileceğimiz kurganlardan elde edilmiştir. Göçer inançları öteki dünyaya büyük önem vermekte ve yeniden dünyaya gelişe inanılmaktadır ve bu inanç da mezar yapılarının önemini arttırmıştır. Kurganların boyutları her kültürde olduğu gibi kişilerin sosyal statüleri ile orantılı olarak büyümektedir. Kurganlar o dönemden kalan tek yapı tipi olması ve yapı teknolojisi konusunda bilgi vermesi açısından önemli kaynaklardır.
Genelde kurgan, bir çukur içine yapılmış bir ağaç mezar odasından ve onun üstüne yığılarak meydana getirilmiş bir küçük tepecikten oluşmaktadır.
Pazırık, Noin-Ula, Başadar ve diğer kurganların en büyük özelliği yapılmalarından hemen sonra içeri dolan yağmur ve kar sularını donmasıyla buzlar arasında kalan mumyalanmış cesetler ile gömülen eşyaların zamanımıza kadar bozulmadan kalmış olmasıdır. Bu nedenle erken dönem Türk sanat eserleri günümüze ulaşmış ve bu eserler müzelerde sergilenebilmiştir (Saynaç 1965b, Kuban 1993).
Başadur kurganından çıkarılan İran düğüm tekniği ile dokunmuş, çok küçük bir halı parçası ile 5. Pazırık kurganından çıkarılan dünyanın en eski el dokuma halısı olan, Orta Asya hah sanatının üslup ve tekniğini en iyi şekilde aksettiren pazırık halısı çok değerli örneklerdir ve halıcılık tarihi açısından oldukça önemlidir. Pazırık halısının bugün İç Asya' da yaşayan Türkmen dokumacılığının çıkış noktalarından biri olduğu ifade edilmektedir. Buzul haline gelmiş bir kurgan odasında mumyalanmış bir insan, at, dört tekerlekli bir araba ve çeşitli ev eşyaları arasında bulunan hah ilk defa 1953 yılında tanıtılarak çok geniş ilgi uyandırmıştır .
Kurganların yağmaya uğramasından dolayı kronolojik sıra günümüzde de tam olarak belirlenememiştir. Kazıları yöneten Rudenko ve Tamara Talbot Rice, Pazırık halısını İskitlere mal ederek M.Ö.V. yüzyıla, Ghirsman ve Bussagli ,M.Ö.IV.-III. yüzyıllara tarihlendirmişler, bazı araştırmacılar ise M.Ö.300 ile İsa'nın doğumu arasındaki yıllarda dokunmuş olabileceğini belirtmişlerdir. J .Zick ise halının M.Ö.V. yüzyılda Susa ve Frigya arasında herhangi bir merkezde yapılmış olabileceğini,sanat geleneklerinin Kuzeybatı İran'ı işaret ettiğini ileri sürmüştür.
Bununla beraber bir çok araştırmacı, ölülerin gömülme adetleri, mumyalanmış ölülerin tipleri ve Altay bölgesinin tarihi ile komşu kurganlarda çıkan diğer eserleri karşılaştırarak, halının Asya Hunlar'ına ve M.Ö.in.-II. yüzyıllara tarihlendirilmesinin daha doğru olacağını belirtmişlerdir (Aslanapa 1997a).
Pazırık halısının kareye yakın dikdörtgen biçiminde olup 1.89x2.00 m. (3.78 m2 ) boyutlarında Gördes düğüm tekniği ile dokunmuş olduğu tespit edilmiştir. Motiflerin açık ve anlaşılır bir şekilde zemine yerleştirilebilmesi için 1 dm2 ende 120 çözgü teli, 1 dm2 boyda ise 3600 ilmek olacak şekilde dokunduğu, bu kalitede bir halıyı dokuyabilmek için temiz bir yapağıdan 2 defa bükülmüş çok ince yün ipliği kullanıldığı ve halının hav boyunun 2 mm olduğu ifade edilmiştir. Halının her çift çözgü teline bir sıra yün ilme takılıp üzerine 3 sıra atkı ipi atıldığı belirtilmiştir (Diyarbekirli 1972,Tekçe 1993).
Bu en eski göçebe halısının ikisi geniş, üçü dar olmak üzere 5 bordürden oluştuğu, birinci geniş bordürde piyade ve süvari motifleri, 2 . geniş bordürde geyik motifi, iç ve dış dar bordürlerde grifón motifleri, orta bordürde çiçek motiflerinin yer aldığı ve zeminin 6x4 biçiminde sıralanan 24 kare halinde yıldız biçimli çiçeklerden oluştuğu ve dama tahtasına benzediği görülmektedir.
Leningrad Hermitaj Müzesi'nde sergilenmiş olan halının zemini kırmızı renkli olup kareler içindeki lotus çiçeği motifleri sarı renklidir. Bu çiçeklerde koyu kahverengi lekeler ve ince lacivert damarlar göze çarpmaktadır. Her bir kenarda altışar geyik motifi bulunmakta ve dişi geyiklerin sürü halinde birbirini izledikleri geniş su açık mavi renkte; geyik gövdelerinin kırmızı renkte; boynuzlar, gözler, virgül biçimli motifler, kuyruk ve tırnakların sarı renkte dokunduğu dikkati çekmektedir. (Şekil 2.1).


Şekil 2.1.Pazırık halısını süsleyen geyik motifi.
Geyik motifi, Orta Asya göçebe sanatında çok rastlanan bir motif olup, Ordos bölgesinde bulunan Hun kemer tokalarında da sıkça görülmektedir.
Dar bordürdeki kırmızı renkli grifonların başı arkaya çevrilmiş olup açık gagalarından dilleri görülmekte, kafaları yukarıya kalkık durmakta, koyu lacivert olan kanat ve kuyrukları kare içine tamamen yerleşmektedir (Şekil 2.2).




Şekil 2.2.Pazırık halısında yırtıcı hayvan gövdesi ile yırtıcı kuş başından oluşmuş kanatlı efsanevi hayvan.
Halının en geniş bordüründeki acele ediyor gibi görünen piyadeler ve atlılar birbirlerini bir yöne doğru takip etmektedir. Bu tek sırayı izleyen topluluk geyiklerin tam ters yönünde ilerlemektedir. Burada bir iki piyadenin atların yanında yürüdükleri görülürken, bazıları da atlara binmiş olarak sırayı takip etmektedirler (Şekil 2.3).


21 Ağustos 2011 Pazar

El dokusu Cami Halı'nın ticaret kanalları


El dokusu yün halılar başta Ege ve Doğu Anadolu bölgeleri olmak üzere yurdumuzun bir çok yöresinde dokunmaktadır. Son yıllarda ucuz işgücü nedeni ile üretim batı bölgelerinden doğu bölgelerine doğru kaymaktadır. Bununla birlikte el dokusu yün halı üretiminde İsparta başta olmak üzere Manisa yöresi Milas ve Fethiye gibi yöreler ülkedeki toplam üretimin önemli bir kısmını sağlamaktadır.
Üretim süreci de değişkenlik göstermektedir. Bir metrekare halı bir kişi tarafından yaklaşık 60m/iş gününde 7-8kg. malzeme ile yapılmaktadır. Genellikle atkısı ve çözgüsü pamuk ipliğinden, ilmesi yünden yapılmaktadır. Doğudan batıya doğru kış aylarında en az 3-5 ay arasında bir zamanın hemen hemen boş geçtiği ülkemizde halıcılık köylü ailelerinin kolaylıkla meşgul olabilecekleri ve aynı zamanda iyi gelir getirici bir uğraştır. Bununla birlikte el dokusu halıların sağlam olmaları yüksek kaliteli ve el emeği ürünü olmaları nedeniyle gelecekte antik değer kazanacağı düşünülmekte, ileri sanayi ülkelerinde bir yatırım malı olarak görülmekte ve çok aranılmaktadır. (Anonim 1996)
El dokusu halıcılıkta üretim talebe göre belirlenmekte, bu nedenle de stok miktarları çok az olmaktadır. Sektörde yeni kapasite yaratılması sorun olmayıp, kolaylıkla kapasite artırımı mümkündür.
El dokusu yün halı üretiminde yurt içi talebi belirleyen en önemli unsurlardan biri de, inşaat sektöründeki gelişmelerdir. Çizelge 1.1' de son 3 yılın (1994-1996) el dokusu halı talep miktarları verilmektedir.
Çizelge 1.1. Türkiye' de el dokusu halı talebi (Miktar: Milyon m2, Değer: Milyar TL)
Ürün Adı
1994
1995
1996
Yıllık Artış (%)
El Dokusu
Halı (Milyon m2)
Miktar 1
Değer 2
Miktar 3
Değer 4
Miktar 5
Değer 6
1995 4/2
1996 6/4
2
5046
3
6064
3
5940
20.2
-0.2

5 Nisan 1994 'de Ekonomik Önlemleri'nin uygulanması sonucunda el dokusu halı sektörüne olan iç talepte bir daralma olduğu gözlenmiştir. El dokusu halı talebi 1995 yılında bir önceki yıla göre %20.2 oranında artmış 1996 yılında ise bir önceki yıla göre %0.2 oranında azalmıştır.
El dokusu halıcılıkta toplam üretim rakamlarını belirlemek ise oldukça zordur. Aynı zorluk tezgah sayısı ve çalışan dokuyucu sayısını belirlemek için de geçerlidir. Çizelge 1.2' de son 3 yılın el dokusu halı üretim miktarları verilmektedir.
Çizelge 1.2. Türkiye' de el dokusu hah üretimi (Miktar: Milyon m2, Değer: Milyar TL (Anonim 1997a)
Ürün Adı
1994
1995
1996
Yıllık Artış (%)
El Dokusu
Hah (Milyon m2)
Miktar 1
Değer 2
Miktar 3
Değer 4
Miktar 5
Değer 6
1995 4/2
1996 6/4
3
7398
4
7833
4
8051
5.9
2.8

Çizelge 1.2' den de anlaşıldığı gibi 1996 yılında 4 milyon m2 el dokusu halı üretimi gerçekleşmiştir. 1995 yılında bir önceki yıla göre yıllık artış miktarı %5.6 iken, 1996 yılında yine bir önceki yıla göre bu oran %2.8'dir. Bu rakamlardan da anlaşıldığı gibi önceki yıllara göre üretim miktarında bir düşüş gözlenmektedir. Sektörde çalışan dokuyucu sayısının ise 600.000-700.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Ülkeye önemli miktarda döviz girdisi sağlayan yün halı ihracatımız ise dünya çapında üretici bir ülke konumunda olmamıza karşın, üretim hacmimize kıyasla çok azdır. El dokusu halıcıkta ihracatın üretim içindeki payı %20 dolayındadır. Oysa üretimi Türkiye' den çok daha fazla olmayan İran' da %50 civarındaki bu oran İran-Irak savaşından önce %70'e kadar çıkmıştır. Üretimi Türkiye'den çok geri olan Hindistan, Çin, Pakistan ve Afganistan'ın ise ihracatları üretim miktarlarına göre %90 dolayındadır. Çizelge 1.3' de Türkiye'nin el dokusu halı ihracat değerleri verilmiştir.
Çizelge 1.3. Türkiye'nin el dokusu halı ihracatı (Miktar: Milyon m2, Değer: Milyar TL) (Anonim 1997a)
Ürün Adı
1994
1995
1996
Yıllık Artış (%)
El Dokusu
Halı (Milyon m")
Miktar l
Değer 2
Miktar 3
Değer 4
Miktar 5
Değer 6
1995 4/2
1996 6/4
1000000
3764
790289
2888
1000000
3434
-23.3
18.9

1995 yılında el dokusu halı ihracatımız, bir önceki yıla göre %23.3 oranında bir düşüş göstererek 3.764 trilyon TL' den 2.888 trilyon TL' ye gerilemiştir. Bunun başlıca nedeni ise, Almanya ve İsviçre pazarının doyuma ulaşmasından dolayı bu ülkelere yapılan ihracatlardaki azalmadır. İhracatta görülen bu azalma 1996 yılında ise %18.9 oranında gerçekleşmiş, elde edilen gelir 2888 trilyon TL' den 3434 TL' ye yükselmiştir. Çizelge 1.4'de el dokusu halı ihracatımızın ülkelere göre dağılımı verilmiştir.
Çizelge 1.4. El dokusu halı ihracatının ülkelere göre dağılımı (Miktar: kg, m2, Değer:
ABD $ ) (Anonim 1996 )
Ülkeler
Miktar
Değer
Almanya
798475 kg 269844 m2
41344355
ABD
442789 kg 139090 nr
20430175
İngiltere
319536 kg 105863 m'
5864281
İtalya
286201 kg 100612 m2
5583250
Fransa
192516 kg 65824 m"
7688545
ispanya
185138 kg 57925 m2
3717872
Avusturya
107503 kg 34706 m2
6353859
İsviçre
88468 kg 30922 m2
5881471
Japonya
82630 kg 21313 m2
7282989
Portekiz
93241 kg 29719 m2
1567523

Dünya çapında toplam 72 ülkeye, 1110994 m2 el dokusu halı ihraç edilerek, 138968774 ABD $ gelir elde edilmiştir. İhracat yapılan ülkelerin başında Almanya, ABD ve İngiltere gelmektedir. İtalya, Fransa, İspanya, Avusturya, İsviçre, Japonya ve Portekiz dışındaki ülkelere yapılan ihracat 1995 yılından sonra azalmıştır. Dünyadaki başlıca ihracatçı ülkeler ve pazar paylan: %24.5 İran, %18.2 Çin, %16.3 Hindistan, %8.2 Nepal, %7.6 Türkiye şeklindedir. Görüldüğü gibi ülkemiz dünya halı ticaretinin değer olarak ortalama %7.6'sını karşılamakta ve 5. sırada yer almaktadır.
1993 yılından itibaren bütün pazarlarda el halısı ihracatımızın azalma eğiliminin olduğu görülmektedir. Bunda dünya piyasalarında halı fiyatlarında yaşanan düşüşün ve Türk halılarının fiyatlarının yüksek oluşunun yanında, halı kalitesindeki gerilemenin de etkisi vardır.
İhracatımızın artırılması için; iplik, boya, renk ve desen yönünden orijinal, otantik ve birinci kalite ürünlerin ihracata sunulması gerekmektedir. Bunun yanında tanıtım ve pazarlama çalışmalarına öncelik vererek, dünyadaki önemli halı fuar ve sergilerine katılmak halıcılığımızın geliştirilebilmesi açısından önemlidir
Bunun için gerekli organizasyonları kurmak,dış pazar isteklerini saptamak,eksiklikleri gidermek,üretim koşullarım,tekniklerini,kısaca iç pazarda halıcılığımızın durumunu bilmek,amaca yönelik koşulları saptamak oldukça önemli görülmektedir.
Niğde ili de İç Anadolu Bölgesinin Orta Kızılırmak bölümünde bulunan, 779.522 hektar yüzölçümüne sahip, önemli el dokusu halıcılık merkezlerinden biridir. Batıda Melendiz Dağlarıyla, doğuda Üç Kapılı Dağlan arasında sıkışmış bir vadinin batı kenarında kurulmuş olan şehir, doğuda Kayseri, güneyde İçel ve Adana, batıda Konya, kuzeyde Nevşehir ve Kırşehir, kuzeybatıda Ankara illeri ile çevrilidir. Cumhuriyet dönemi başında 20.000'i bulmayan şehir nüfusunun bugün 300.000'i (305.865) aşmasıyla Niğde ülkemizin hızla büyüyen bir şehri durumuna gelmiştir. İlde iktisadi faaliyetlerin başında tanm gelmektedir. Topraklarının %35'i tarıma dayalı olarak değerlendirilmekte olup nüfusun %32'si tarım sektöründe çalışmaktadır. Bölgede yerel sanayi faaliyetlerini ön plana çıkartacak doğal kaynakların azlığı ,tanm ve hayvancılık faaliyetlerinin gelişmesine neden olmuştur. Toprak şartlarının imkan tanıdığı ölçüde ekim ve dikimi yapılan ürünlerin büyük bir kısmı patates ve elma yetiştiriciliğine dayanmaktadır. Hayvancılık faaliyetlerinde ise küçükbaş hayvancılık önde gelmektedir. Yörede başta mermer çıkarımı olmak üzere demir, çinko, bakır, antimuan gibi maden yataklanmn mevcut olmasına rağmen bu sektörde çalışan nüfus azlığı madenciliğin istenilen düzeyde gelişmesini engellemiştir. Diğer yandan ev üretiminden başlayıp atölye üretimi düzeyine kadar gelişme gösteren el dokusu halıcılık faaliyetleri de önemli bir geçim kaynağı durumundadır. Nüfusun büyük bir bölümü hizmet sektöründe çalışmasına karşın sanayi sektöründe çalışanların oranı %15 civarındadır. Son yıllarda gerçekleştirilen organize sanayi faaliyetleri ,çok çeşitli sanayi kuruluşlarının yörede hızla gelişmesine imkan tanımıştır. Gıda sektörü yanında dekorasyon, el dokusu halıcılık ve inşaat sektörü büyük bir kalkınma göstermiştir. Bunda bölgede etkin duruma gelen ve önemli bir yer tutan Niğde Üniversitesi ve bağlı fakülteler ile yüksek okulların da önemli rolü vardır . Çok eski tarihlerden beri yörede yapılan el dokusu halıcılığın şehrin büyüyüp gelişmesi ile birlikte yok olmaması ve günümüze kadar yapılagelmesi olumlu bir durumdur. Niğde ilinin ekolojik ve coğrafi konumu nedeniyle yılın her mevsimi tarımla uğraşılamamakta, yılın büyük bir bölümü sert kış şartlan nedeniyle evde geçirilmektedir. Bu el sanatının yörede yaygınlaştırılmış ve önemli bir gelir ve geçim kaynağı haline dönüştürülmüş olması boş geçen zamanın ve işgücünün ekonomik kazanca dönüştürülmesi açısından önemlidir. Niğde ilinde 43 belediye 122 köy bulunmaktadır (Anonim 1997b). Bu ilimizin halen 6 ilçesinde ve bu ilçelere bağlı 42 belde ve 38 köyde birlik kapsamında ,10 belde ve 30 köyde ev üretimi kapsamında el dokusu halıcılıkla uğraşılmaktadır. "Niğde -Avşar halısı", "Ansama" , "Niğde Kars" ile " Niğde Yöriik"adı altında ve bunlardan başka dokunduğu yörenin adı ile anılan "orta ve kaba" sınıfına giren yöreye has özellikte halılar dokunmasının yanı sıra "Yahyalı" ve "Taşpınar " halıları da dokunmaktadır.
Dokunan halıların yöresel özellikte olması gözönünde bulundurularak araştırma bölgesi olarak seçilen Niğde' de genellikle el dokusu halıcılık bazı köylerde, kendi ihtiyaçlarını karşılamak, genç kızların çeyizlerini tamamlamak ve ek bir gelir elde etmek amacı ile yapılmaktayken köylerin büyük bir bölümünde en önemli gelir ve geçim kaynağıdır.
Kapadokya bölgesinde yer alan Niğde ili tarihi ve turistik eserler açısından da oldukça zengin bir yapıya sahiptir. 9 bin yıllık uzun bir tarihi geçmişe sahip olan İlde; Selçuklular, İlhanlılar, Karamanoğulları ve Osmanlılar devirlerine ait tarihi eserler (Aleaddin Camii, Hüdavent Hatun Türbesi, Gündoğdu Türbesi, Sungurbey Camii ve Türbesi, Akmedrese, Niğde Kalesi, Bedesten, Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı vb.), arkeolojik kalıntılar (Kavlaktepe yer altı şehri, Kuş Kayası mezarlığı, Tyana ören yeri, Gümüşler ören yeri ve manastırı, Göltepe Örenyeri, Porsuk Höyük Kazısı, Göllüdağ Kazısı...vb.) gibi kültürel varlıkları, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir.
Doğal güzellikleri (Aladağlar ve Bolkar Dağlan, Narlıgöl ve Nar Vadisi, Değirmenli Mağaraları, Kayırlı Peribacaları, Kayardı Bağları...vb), yayla turizmi, av turizmi, termal kaynaklan (Çiftehan Kaplıcası, Narlıgöl Sıcak Su Kaynağı, Kemerhisar îçmecesi, Kocapınar Suyu ve Çamuru, Ferhenk Müshil Madensuyu Kaynağı) ve Toros Aladağlar ile Bolkarlarda kurulan ülkemizin en gelişmiş kış sporları, dağcılık ve tracking merkezi ile Niğde, önemli bir turizm merkezi olma yolundadır. Niğde ilinin turizm hareketleri el dokusu halıcılığın geleceği açısından olumludur. El dokusu halıların yörede üretimi ve pazarlanabilme olanağı Niğde iline ve bu ilde uğraşılan halı sanatına ekonomik ve sosyal yönden önemli katkılar sağlamıştır (Anonim 1997b).
Ülkemizde el dokusu halıcılık konusunda yapılmış bir çok araştırma bulunmaktadır. Bunlar içinde Niğde ilinde el dokusu halıcılık ve burada üretilen halılar üzerinde orijinal ve bilimsel araştırmaların azlığı dikkati çekmektedir.
Bu nedenle Niğde ili halıcılığının ilde örgütlenme durumu ve üretim şeklini ortaya koymak,haklardaki renk, desen,motif özelliklerini, kalite ve dokuma tekniğini incelemek, bunun yanı sıra dokuyuculann sağlık, sosyal ve ekonomik durumlarını, çalışma ortamlarını, kullanılan araç ve gereçleri belirlemek bu ilde halıcılığın gelişmesi açısından önemlidir.