16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Saray Cami halılan denilen, teknik ve desen bakımından tamamen farklı bir cami halı grubu ortaya çıkmaktadır (Aslanapa 1984). Gördes düğümü sağlam olmasına rağmen kıvrık ve çok ince detaylı halıların yapılmasına elverişli olmadığından, Osmanlıların natüralist yaprak ve çiçek desenleri İran düğümü ile birleştirilmiştir. Hepsi Gördes düğümü olan bütün diğer Türk halılanndan farklı olarak İran düğümü ile hazırlanan bu halılar sık düğümler ile kadifeyi andıran yumuşak bir etki bırakmaktadırlar. Osmanlıların 1514' de Tebriz'i ,1517' daKahire'yi fethetmesi Türk halı sanatı bakımından önemlidir. Osmanlı saray halıları Memluk halılarının teknik, malzeme ve renk etkisi altında meydana gelmiştir. Osmanlı saray halılarında kırmızı,koyu mavi, san, çimen yeşili gibi renkler kullanılmıştır. Ayrıca çözgü, atkı ve ilmeleri yündür. Bazılarında çözgülerde sarımtırak yeşil ve atkılarda kırmızı renk kullanılmıştır. Bursa 'da yapılmış olduğu ileri sürülen halılarda ise malzeme farkı görülmektedir. Bunlarda çözgü ve atkılar ipekten yapılmış,atkılar kırmızı renkte boyanmıştır ve bükümsüz tek ipliktir. Çözgüler sanmtırak yeşil renkte üç ipek iplikten bükülmüştür. Hav tabakasını oluşturan yün iplikler Mısır'da olduğu gibi S şeklinde bükülmüştür,beyaz ve açık mavi kısımlarda pamuk ipliği kullanılmıştır. Pamuk iplikler Anadolu'ya has bir teknik olan Z şeklinde bükülmüştür. Osmanlı saray halılarında altın ve gümüş iplikle dokuma ve işleme hiç kullanılmamıştır. Fakat kullanılan yün o kadar ince ve yumuşaktır ki ipek hissini uyandırmaktadır. Düğümler çok ince ve sıktır ; m2'de ki düğüm sayısı 200000-700000 arasında değişmektedir. İnce ve dökümlü olmalarından dolayı masa örtüsü olarak kullanılmaya elverişli biçimde olanları da vardır. Bilhassa çok nadir olan yuvarlak halılar da dokunmuştur ki bunların tanınmış bir örneği Washington , Corcoran Art Gallery'de bulunmaktadır. İlk Osmanlı saray halılarının Kahire'deki Memluk halılarının tezgahlarında dokunmuş olması, bu ilk örneklerde Memluk halılarının motif ve renklerinin kullanılmasına yol açmıştır. 1600 'den sonra Memluk üslubu etkisi yok olmuştur. Saray halılarında Uşak halılarından farklı olarak madalyon teması ikinci planda kalmıştır. 16. yüzyıl İran halı sanatından ilham alınmış sivri kıvrak hançer yapraklan, palmet şekilleri ve madalyonlar tipik bir Türk üslubunda natüralist lale, sümbül, karanfil çiçekleri ile birleştirilerek yeni bir halı deseni dünyası yaratılmıştır. İran halılarının zemin dolgusu olarak görülen kıvrak dal sistemi, Osmanlı saray halılarının zemininde daha gevşek halde esas motif olarak kullanılmıştır. Çiçeklerin bu kadar natüralist hatlarla çizilişine ancak Türk sanatında rastlanmaktadır. Bunlann örnekleri Osmanlı sarayında, kumaş ve çini desenlerini de çizen nakkaşlar tarafından hazırlanmıştır. Osmanlı saray nakkaşlarının 16. yüzyıl boyunca geliştirdiği üsluplar ,Osmanlı saray halılannda en olgun şekilde birleşerek, saray halısı sanatındaki üstünlüğünü ortaya çıkarmıştır. Osmanlı saray halılarının bir diğer özelliği de ,İran halılarına has madalyon düzeninin tamamen Türk halılanna has bir şekilde uygulanışıdır. İran halılarında esas motif olan madalyon, bu halılarda ikinci derecede bir motif olmuştur. Karakteristik motifler 18 yüzyıl boyunca yaşatılmaya devam etmiştir. Osmanlı saray halılarının zarif örnekleri Avrupa halı sanatım da etkilemiş, özellikle İspanya halılarında taklit edilmiştir. Saray halıları zengin ve girift görünüşlü desenlerinden dolayı Avrupalı ressamların tablolannda nadiren resmedilmiştir (Yetkin 1991, Aslanapa 1997a).
Türk halı sanatının, sağlam bir geleneğe dayanan teknik ve motifleriyle 18. yüzyılda altın çağı sona ermiş, bir duraklama ve giderek gerileme devresine girmiştir. Bununla birlikte, I. Dünya Savaşı'na kadar Türkiye dünya halı ticaretinin merkezi ve transit
pazarı durumundadır. 1910-1914 arasında Türkiye'deki halı tezgahlarının ve bu alanda çalışan işçilerin sayısı ile bunların belirli merkezlere göre dağılımı çizelge. 2.1'de verilmiştir (Dölen 1992).
Çizelge .2.1. 1910-1914 arasında halı tezgahlarının ve bu alanda çalışan işçilerin belirli
merkezlere göre dağılımı
|
Yine 18. ve 19. yüzyıllarda İzmir ve çevresi önemli bir halı üretim merkezi ve ihracat limanı olarak görev yapmıştır. 19.yy.'da Avrupa ülkelerinden gelen yoğun talep üzerine ihracata yönelik halı üretimine ağırlık verilmiş ,İzmir ve yöresine önemli miktarda halı siparişi verilerek halı dokutturulmuş ve ihracat limanı İzmir olduğu için İzmir halısı adı altında bir kavram Avrupa piyasasına girmiştir. Bunun sonucunda Anadolu'nun bazı bölgelerinde geleneksel aile üretimi bırakılmıştır. Bu yüzyılda Trabzon limanından da İran'a halı ihraç edildiği bilinmektedir. Ticari halıcılığın bu ilk döneminde bir İngiliz şirketi olan Şark Halı Şirketi, yaklaşık 40 yıllık bir süre içerisinde (1880-1920), Batı Anadolu'da birbiriyle bağlantılı dokuma atölyeleri ve iplik eğirme fabrikalarından oluşan büyük bir ticari ve endüstriyel ağın kurulmasını sağlamıştır. 1913 yılında yabancı rakiplerini ortadan kaldırıp halı imalat ve ihracatını tek elden yürüten tek yabancı şirket durumuna gelmiş, 8156 tezgah ve bu tezgahlarda çalışan 25257 dokuyucu kapasitesi ile 20 yılda (1893'ten 1913'e kadar ) 1087000 m2 halı üretimi yapmıştır. Bu İngiliz şirketi evlerinde çalışan çok sayıda dokuyucuya iş imkanı sağlamıştır. Ancak bu yüzyıllarda üretilen halılar hiçbir zaman renk, desen, renk uyumu ve işçilik yönlerinden önceki yüzyıllarda dokunan halılara erişememişlerdir. 1913 yılında atölyelerde yapılan halı üretimi daha yoğun olmasına karşın ev üretimi %42 oranında devam etmiştir. 1920'lerde İngiliz Şirketi gerilemeye başlamış, 1930'ların ortasında yok olmuştur. Bu yıllar halı ihracatının azaldığı yıllardır ve bunda şirketin gerilemesinin de özel bir yeri vardır. Bir başka sebep ise uluslararası halı ticaret merkezlerinde meydana gelen değişikliklerdir. İstanbul'un doğu halıları ticaret merkezi olması Türkiye'nin halı üretim ve ihracatını önemli ölçüde etkilemiştir. Oysa iki Dünya
Savaşı arasındaki dönemde toptan halı ticareti merkezi önce Londra daha sonra da Hamburg'a kaymıştır (Kurmuş 1974, Ayata 1987, Çadırcı 1991).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder